"Persona"ya Kısa Bir Bakış

Bir yandan film seyredip bir yandan psikolojiyi sökmek ister misin? O zaman seni, Ingmar Bergman’ın Persona’sına alalım.

Ünlü bir oyuncu olan Elisabeth, bir tiyatro oyunu sırasında aniden derin bir sessizliğe bürünür. Doktora göre Elisabeth, toplum karşısında taktığı maskelerin içinde kaybolmuş, bitmeyen rollerinden bıkmış ve bu yüzden susmayı tercih etmiştir. Doktor, Elisabeth’i kendini bulması için yazlık evine yönlendirir. Bu süreçte ona hemşire Alma destek olacaktır.

Hemşire Alma, heyecanlı ve yaşam enerjisi yüksek biridir. İmrenerek baktığı Elisabeth’in  suskunluğu önceleri onu üzse de artık onu yargılamadan dinleyen, anlayan biri vardır nihayet karşısında. Alma, kimseye bahsetmediği sırlarını ve hislerini paylaşır onunla.

Elisabeth, kendi duygularıyla ilişki kuramadığı için başkalarının duygularına muhtaçtır. Karşısındakinin sürekli bir şeyler anlatması, onun kendisinden kaçmasına yardımcı olur. Üstelik konuşmasına, rol yapmasına da gerek kalmamıştır.

Birinin anlatmaya, birinin susmaya ihtiyacı vardır. Bir süre sonra hasta, bakıcıya
bakıcı, hastaya dönüşmeye başlar. Ancak değişen tek şey rolleri olmayacaktır.

Bergman’ın beynindeki bir rahatsızlıktan ötürü hastanede kaldığı dönemde şekillendirdiği senaryo, elbette normal bir kafanın ürünü değil. Ama psikolojiye ilgi duyanların ve sanat filmlerinden hoşlananların asla es geçmemesi gereken bir klasik.

Yapım için hazırladığımız orijinal içeriğimize aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://www.instagram.com/reel/DCtrHwpiiKZ/?igsh=dmZqZHNqeXViYWhz